Bilime Kazandırdığı İlkleriyle Kaunos


Kuwalatarna bölgesine ait sulak toprakların bir kısmına indim. Burada çocuklar ve kadınlar ayaklarıma kapandılar. Adamları beraberimde götürdüm. Öküzler ve koyunlar boldu... Bu topraklara Hatti’nin büyük krallarından, babam ve atalarımdan hiç kimse gelmedi. Ancak, Efendim, Fırtına Tanrısı bunu yapabilmemi sağladı. Böylelikle bu ülkeleri yendim”.

 

Kral IV. Tudhaliya’nın Likya Seferi hakkında bilgi veren Yalburt yazıtı, Hitit varlığının Lukka topraklarındaki en önemli belgesidir. Tam da bu noktada, Kaunos’ta darp edilmiş bir grup gümüş sikke üzerindeki Baitylos, özellikle de ama uç kısmının her bir yanında yer alan küçük birer halka ile donatılmış Baitylos akla gelir ki, bu formdaki Baitylos örneklerini Bossert, Hitit hiyeroglifindeki “DAĞ” işaretiyle özdeşleştirir. 1940’lı yıllardaki buluntu yeri Likya-Karya sınırı olarak geçen ve yaklaşık 400 civarındaki farklı dönemlerden bu gümüş sikkelere bakarak hayretle der ki: “Hitit Dağ Tanrısı ‘nın burada ne işi var??” Sulak bölge Kuwalatarna, antik çağın Kaunos ve çevresinin 18 bin öncesinden başlayarak günümüzde de gelişimini sürdüren bölge paleocoğrafyası olabilir mi???

 

Bugüne gelindiğinde, hem dil bilimcilerinin vardığı sonuçlar ve hem de 55 yılın araştırmalarıyla kazanılan bilgi ve belgeler ortaya koymuştur ki; Kaunos olarak lokalize edilen Küçük Asya’nın güneyinde yer alan ve yüzünü güneydoğuya, Likya bölgesine çevirmiş bu önemli liman kenti, gerek dil yapısı gerek inanç dünyaları, gerek örf ve adetleri ve gerekse kültürel yapısıyla komşularından farklı bir kimlikle ön plandadır: Bu öylesine özgün bir kültürdür ki, bu, bugün bilgi ve belgelerle belgelenen kendi yerel ismi kbide ve kenti bir dantela gibi çevreleyen bugünkü Dalyan Çayı’nın yerel ismi kalbis ile de ortaya konan Luvi/Hitit sentezinin klasik çağlara uzanan sürekliliğinin yansımasıdır. Ki bu isim, kbide, Yalburt yazıtında geçen Kuwalatarna kelimesinin ayırt edici ilk ögesi olan Hwala kelimesinin Likçe formuna karşılık geldiği ve bunun da “sulak ülke” anlamı taşıdığı savunulmaktadır. Ayrıca kalbis, Karca kalb- sıfatı ve geç Luwi dilinde kalu= olarak geçen derin” sıfatı ile örtüştürülmek istenmektedir. Bu durumda bir Karya nehri olan Kalbis de ve “sulak alan, sulak ülke” anlamı yüklenen Kbide de Anadolulu birer yerli isimdir. Kbideli tanrılarının başında da kuşkusuz yerel bir tanrı gelmektedir: Basileus Kaunios: “Kaunos’un Kral Tanrısı”. Hani daha İÖ 5. yüzyıl sonundan Xanthos dikmesinin yazıtında geçtiği ismiyle. Khntawata Khbidenni = BasileYj KaUnoj.

 

Taşlık tarla ve cangıl doku içinde kalıntılarını gizlemiş olan kentin lokalizasyon yılı 1840. Öneminin arkeoloji bilim dünyasına takdimi ise, 1950’li yıllar. Kendisi bir İngiliz olan İstanbul Üniversitesinde görevli G.E. Bean, bugünün Kaunosluların “Koca Gavuru”, 1946 ve 1952 yılları arasında kenti birkaç kez ziyaret etmiş ve önemini satırlarındaki şu sözüyle ifade etmiştir: “Neden hala daha bu kentte arkeolojik kazılara başlanılmamıştır; anlamış değilim doğrusu!” Bu kez yıl 1965. Doçent olmasının ardından kendisine bir kazı yeri aramak adına, dostu Prof. Dr. Emin Bilgiç ile birlikte Baki Öğün hocanın Mersin’den başlayarak batıya doğru olan seyahat yılı. Günler sonrası bir akşam vakti vardıkları son harabe Kaunos. Liman kıyısındaki agora alanı... Toprak üzerinde sağa sola dağılmış kendisini heyecanlandıran onlarca yazıtlı blok; aralarında Karca dilinde olanlar da vardır ki, biri, bugüne kadar bilinen en uzun olanıydı... Düşünür: “O güne kadar hala daha deşifre edilmemiş yerel Anadolu dilleri içinde tek kalan Karca’nın çözümüne ait malzemeyi sunabilir miydi Kaunos???” Hemen vurgulamalıyım ki, bu görüşünde haklı da çıkmıştır hocam: 30 yılın sonrasında bir Bilingue. Bir anlaşma metninin Karca ve Grekçe versiyonu. Dil bilimciler için dilin çözümünde ilk kez bir anahtar. İyice kararmaya başlamıştır hava... Ancak bir de uzaktan heybetini hissettiği sura yakın olmak ister... Akşamın darı da olsa, Bilgiç hocayı aşağıda bırakarak tırmanır batı suruna... Hem surun gösterişli dokusu ve hem de oradan Akdeniz’e ulaşan panoramayı da gün batımının hüznü içinde içine sindirirken kararını vermiştir artık. Keyifli anlarında sıklıkla tekrarladığı gibi şöyle der: “Arkeolojik dokusu beni tatmin etmişti zaten, ancak romantizmimin de bunda katkısı vardır kuşkusuz!”. Ve bu kentte kazılara başlayacaktır. Yıl: 1966.

 

Kaya Mezarları

 

Şimdi geliniz, taşlı tarla ve cangıl dokusuyla artık bir ören resmi kazanan bu kentin, özellikle kendi yaşam öncelikleri olan savunma ve ticari anlamdaki hareketliliğine katkı sağlayan topoğrafyası ve onun üzerinden kısa bir zaman dilimi içinde de olsa, Kent dokusuyla tanışalım; bazılarının arkeoloji biliminde hala ilkliğini koruyan kimliğini mercek altına alalım Baki Hocamın ruhunu okşayan...

 

152 m yüksekliğindeki Büyük Akropolis ve onun güneybatısındaki 50 m yüksekliğe ulaşan Küçük Akropolis tepelerine; bu her iki akropolün kuzey ve kuzeybatı yönündeki yamaçlarla, kuzeyden Sivrihisar ve batıdan Çömlekçi Tepesi ile sınırlanan çanak ve Balıklar Dağı’nın denize doğru bir dil gibi uzanan berzahın Büyük Kale ile oluşturduğu bir yarım ada üzerine yayılmıştır kent yerleşimi... Hekatomnidler Dönemine kadar Likya ve Karya Bölgeleri arasında kendi hinterlandı olan bir bölgenin, Kaunos Bölgesi’nin başkentliğini yapan kentin, bu dönemle birlikte artık bir Karya kenti olarak anıldığını biliyoruz ki, işte bu dönemde, Hekatomnidlerin Likya’ya gözdağı vermek adına Kaunos’a para ve askeri yardım yağdırdığı dönemde, kent merkezi, 233 hektarlık bir alanı da içine alan, farklı tekniklerle inşa edilmiş 7.5 km uzunluğunda görkemli surla emniyet altına alınmıştır.

 

Kent dokusunu görmezden gelip, topografya üzerinde göz gezdirildiğinde görülecektir ki, buranın bir yerleşim yeri olarak seçilmesi hiç de tesadüf değildir. Bir taraftan doğal liman karakterli en az üç koy, denizle olan ticari bağlantısına müsaade ederken, arkasını her üç taraftan yükselerek çevreleyen kayalık tepeler de, yerleşim alanı ve limanları için doğal bir savunma oluşturuyordu. Bu koylardan ikisi bugün karalaşmıştır. Ancak bugün “Sülüklü Göl” olarak isimlendirilen üçüncü koy, özellikle kış aylarındaki doluluğu ile zamanındaki liman çanağı karakterini her iki ucundaki kule kalıntılarıyla günümüze taşımaktadır.

 

Şimdi Büyük Akropolis’ ten başlayarak kent içinde kısa bir tur atalım ve biraz kenti tanıyalım.. bazan kısa molalar vererek, kenti bilim dünyasında ünlendiren ilklerle tanıştırayım sizleri...

 

Büyük Akropolis

 

Deniz seviyesinden kayadan bir kartal başı gibi 152 metre yükselen Akropolis zirvesi, kalıntılarından anlaşılmaktadır ki, olasılıkla kentin ilk inanç merkezi olarak kutsanmıştır. Batıya doğru topoğrafyası ise, ortaçağ dönemi içlerine kadar kullanılmak üzere teraslandırılmıştır.

 

Tiyatro ve Çeşme Binası

 

5 bin oturma kapasiteli ve iki kavealı Tiyatro, Akropolis’ in kuzey-batı yamacında ve sırtını kayalığa vererek inşa edilmiştir. Bugün dikkati çeken, iki tonozlu girişinde gerçekleşen uygulamamızdır Bizim için sürprizi ise, iki tonoz arasında kalan çevre duvarının ürkütücü yıkımın altında gizlenmiş olan Çeşme Binası... Anıtsallığı ile yalnız tiyatro izleyicilerine değil, yukarı kent trafiğine hizmet veren... ayrıca su dağıtım sistemindeki tasarımının özgünlüğü ile dikkati çeken..

 

Periaktos

 

Sahne binası önündeki bu yuvarlak tasarımlı alt yapının arkeoloji bilimine olan kazanımını konuşmamım sonuna saklamak istiyorum müsaadenizle.

Ante Yapısı

 

Duvar malzemesi ve teknik ve de ele geçen seramik buluntulara göre, İÖ. 4. yüzyılda Tiyatro’nun 20 m doğusunda inşa edilmiş in antis bir yapı. Bina, en az üç ana kullanım evresine sahip olmalıdır. Tasarımı dikkate alındığında söylenebilir ki, yapı, bu ilk evresinde ya bir Tapınak, ya da bir Hazine Binası olarak hizmet vermiştir. Sonrasında, iç yan duvarlarının önüne, kullanıcıların uzanıp dinlenmeleri için, cepheleri panel tasarımlı kalem işi motifi ile bezenmiş divan eklenmesiyle yapı, ikinci evresinde bir “Ziyafet Binası” dır. Son evresinde, artık fonksiyonunu yitirdiği zaman diliminde ise, bir kireç ocağına dönüştürülmüştür.

 

Yuvarlak Yapı – bir gözlem platformu

 

Tiyatro’nun hemen kuzeybatısında bir anakaya yükseltisi üzerinde kalıntıları bulunan üç basamaklı etkileyici bir yapı inşa edilmiştir: İÖ 2. yüzyılın ortaları. Üç basamaklı bu güçlü yuvarlak kalıntının nasıl bir mimari dokunun alt yapısı olabileceği sorusunda ilk akla gelen cevap, bir Tholos ya da bir Monopteros. Ancak basamakların en üst sırasına ait blokların yüzey detayları dikkatle incelendiğinde fark edilecektir ki, burada bir üst yapının varlığından söz edilemez. Aksine, özenle tıraşlanmış ve perdahlanmış 13.75 m çapındaki üst basamak blokları üzerinde çok özel bir detay dikkati çekmektedir: Yüzey, her biri 22.5 dereceden geçen radyal çizgilerle 16 eşit dilime ayrılmıştır: Geometrik bir sistem. Bu geometrik ağ kompleksinde ilk akla gelen, Mimar Vitruvs (I, 6 vdd.) tarafından tarif edilen sistemdir ki, burada, kent planlamasında cadde ve sokakların rüzgar yönüne göre belirlenmesi söz konusudur. Diğer taraftan, bilgi ve belge tam olarak yeterli değilse de karşılaştırılabilecek örnekler ve de Antik kaynakların anlatımlarına dayanarak tahmin edilebilir ki, işlevselliği daha çok astronomik gözlemler ve bilimsel ölçümlerle bağlantılı olmalıdır. İÖ 2. yüzyılın ortaları olarak düşünülen yapının inşa döneminin, İznik (Nikea) doğumlu ve ancak yaşamının büyük bir bölümünü Rodos’ta geçirmiş zamanın ünlü gökbilimcisi Hipparkos ile de örtüşüyor olması, böylesine bir fonksiyonu desteklemektedir. Eudoxos anlatımlarından da biliyoruz ki, bu dönemde yüksek açık alanlarda astronomi ile bağlantılı aktivitelere yönelik “Gözlem Platformları” kurulmuştur. Kaunos öreninin, bu güne kadar başka bir örneği olmayan bu kendine özgün yapısı, gözlem platformun ilk örneği olmasının yanında, zaman içinde kurban bağlama halkalarının ortaya koyduğu altar fonksiyonu da dahil, farklı amaçlar için de kullanılmış olmalıdır..

 

Palaestra ve Kilise

 

Hemen altındaki düzlükte, yaklaşık 85x73 metre boyutundaki yapının tasarımına yönelik günümüze ulaşan en önemli arkeolojik doku, dört bir yöndeki stylobat kalıntılarıdır. Bu dokuyu oluşturan bloklar üzerindeki yapısal izler ve de dış duvar ile stylobat arasında belli aralıklarla yerleştirilmiş kare formlu altlıklar, içteki bu alanın dört bir yandan iki koridorlu birer stoa ile çevrelendiğine işaret etmektedir. Teras, en geç Augustus döneminde kullanılan ve zamanındaki genişliği toplam 4.90 metreyi bulan kentin doğu-batı arteri ve buna bağlı dokuların Titus döneminde alanın tümüyle küllenmesiyle oluşturulmuş ve böylece kuzeyindeki Hamam Binası ile bağlantısı sağlanmıştır. Tam merkezine ise, altındaki İÖ 5-4. içlerine tarihlenen bir açık hava tapınağının temelleri üzerine erken 6. yüzyıl içinde bir Kilise inşa edilmiştir.

 

Hamam

 

Anadolu’nun İmparatorluk Dönemi hamam binaları içinde en iyi korunmuş olanlarından biridir. İki büyük bölümden oluşmaktadır: Hamam Kompleksi ve önünde kendi Palaestra yapısı. Bu iyi korunmuşluğu nedeniyle de bina, bugünlerde bir kopya eserler müzesi olarak projelendirilmektedir.

 

Korinth Tapınağı

 

Hamam yapısının hemen kuzeyinde ve kenti kuzey yönde kuşatan Balıklar Dağının uzantısına bağlanan kayalık tepe üzerinde iki terastan oluşan ve yaklaşık 6000 m2 lik bir alanın merkezinde bir tapınağın kalıntıları yer almaktadır. “Korinth Tapınağı”. Korunmuş teras duvarının karakteri Hekatomnid Sülalesi’nin Kaunos’taki hakimiyetleri dönemine işaret etmektedir ki, Halikarnassos’taki Maussolleion ve Milas’taki Hekatomnos terasları örneğinde olduğu gibi böylesine büyük teraslamalar zaten bu sülalenin karakteri olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Kalıntılar ve buluntuların ışığında; dıştan üç tarafı dor düzeninde birer sütunlu revakla çevrelenmiş tapınak, kuzey yöndeki üst terasın merkezinde yer almaktadır. İÖ 2. yüzyılda korinth düzeninde inşa edilmiş peripteral bir yapıdır; önde altı, yanlarda dokuz korinth başlıklı sütun sırası vardır; ante duvarları arasında iki sütun daha vardır ki, bunlar ion düzenindedirler. Bu bağlamda denilebilir ki tapınak, Diocaesarea (Uzuncaburç) örenindeki Zeus tapınağından sonra korinth düzeninde inşa edilmiş Anadolu’daki en erken tapınaktır.

 

Ancak tapınağın yalnızca kendine özgün diğer bazı özellikleri daha vardır zikredilmesi gereken: arka mekan, yani opisthodomos ile ön mekan pronaos aynı tasarımdadır. Ancak arka mekandaki yarım ion sütunlar, Xanthos-Letoon öreninde olduğu gibi masif bir duvarın parçası olarak öne çıkarlar. Öylesine bir başka özelliği daha vardır ki, bugünkü bilgilerimize göre antik çağın başka hiç bir tapınağında böylesine bir özellik yoktur: Tapınağa cepheden giren bir kişi, geriye dönmeden arka kapıdan dışarıya çıkabilmektedir.

 

Palaestra Kapısı

 

Kenti doğu yöndeki, içinde ünlü kaya mezarlarının da yer aldığı nekropol alanını, kentin birbirlerine komşu tanrılarının kutsal mekanlarını kuzeyden sınırlayarak onlara ulaşımı da sağlayıp batı sur kapısına ulaşan doğu-batı arteri, zamanındaki 4.90 metre genişliğindeki görkemini, kentin son sakinlerinin hoyratça kullanımı sonucu kaybetmiş ve hatta çoğu yerde dar sokaklara dönüşmüştür. Bugün, mevcut kalıntısına entegra ahşap basamak dokusuyla ziyaretçiler, aşağı kente yönlendirilmişlerdir.

 

Yol üzerindeki zeytin ağaçları altında ziyaretçileri ilk karşılayan kutsal mekan: “Teras Tapınağı”.

 

Teras Tapınağı Alanı

 

“..Bu çalı-çırpılar arasından geçerek araziyi gözden geçirmek çok güçtü. İşte bu sebeple Kaunos’u ziyaret etmiş olan araştırıcılar şimdiye kadar bu çalıların arasında gizlenmiş in situ gibi görünen iki sütunu görmemişlerdir... Bu iki sütun burada büyük bir ihtimal ile bir tapınakla karşı karşıya olduğumuzu ima etmektedirler…”

B. Öğün, Türk AD XVI. I, 1968, 124.

 

İşte, in-situ durumdaki bu iki sütunun 1967 yılında görülmesi, aynı yıldan başlayarak buradaki arkeolojik çalışmalarımızın nedeni olmuştur. O yıldan itibaren terasın restorasyonu ve anastylosis uygulamaları da dahil, aralıksız 2004 yılına kadar süren çalışmaların sonunda, yamacın en yüksek doğu kesimine etrafını dönen galeri ile birlikte dor düzeninde inşa edilmiş in-antis planlı bir tapınak; teras düzlüğünün güney yan tarafına inşa edilmiş yuvarlak bir bina ile onun üzerine oturan bir kilisenin kalıntıları açığa çıkartılmıştır.

 

Tapınağın avlusu içine ve tapınak aksına teğet olarak aynı dönemler içinde inşa edilen, yuvarlak tasarımlı yapının merkezindeki silindirik alçak bir kaide üzerine yuvarlak bir “sunu masası” (Bema) yerleştirilmiştir. Etrafının üzeri kapalı bir portiko ile çevrelendiği bu merkezi açık alan, merkezine yerleştirilmiş bu sunu masası; ve güneyini sınırlayan Exedrası ile kuşkusuz önemli bir tanrı kültü için tasarlanmıştır: Bir Abaton-Hieron.. tapınağın da ve üzerindeki kilisenin de sanki buradaki varlık nedeni...

 

Hiç te yanılmamıştık: Teras dolgusunun anlaşılmasına yönelik yapılan sondajlarımızdan biri bu yuvarlak yapının merkezinde yer alan sunak taşı kaidesinin hemen dibinde gerçekleştirilmiştir ki, bu da bizi yürüme tabanının yaklaşık 6.5 m. aşağısında ve sunak tablasının tam da orta aksında monolit büyük bir taşa götürmüştür: Anakaya üzerindedir ve iki büyük parçaya ayrılmıştır. Çizimle de olsa her iki parça üst üste konulduğunda, taşın zamanındaki etkileyici yüksekliği ve formu ortaya çıkmaktadır: 3.5 m. yüksekliğinde, yüzeyi çok az işlenmiş piramidal bir taş. Adını koyalım: Baitylos. Etimolojik anlamda beth el = Tanrının Evi”. Hemen civarından gelen kül artıkları, hayvan ve deniz hayvanı kabukları, renkli çakıl taşları ve çok sayıda seramik parçaları kesin kez ortaya koymaktadır ki, ilk evresinde tek başına serbestçe duran bu taş, her tarafından yaklaşılan bir tapınma objesidir. Bulunan seramik parçalarına göre bu taş etrafında dönen kült aktivitesi, en erken, İÖ Geç 5. yüzyıl ile İÖ Erken 4. yüzyıl arasında gerçekleştirilmiş olmalıdır. Ancak bugün için arkeolojik belgeler desteklenmiyor olsa da, Kaunos’un bu en eski ve en önemli kült alanındaki dinsel etkinliklerin başlangıcı Klasik çağlardan daha eski dönemlere gitmiş olmalıdır. Soldaki kronolojik çizimden de izlediğiniz gibi, başlangıçta alanda tek başınaydı: kendisine yaklaşılabilen, belki de el yüz sürülen ve etrafına adaklar bırakılan.. Zamanla oluşan dolgunun altında kaybolmasının önlenmesi adına, İÖ 3. yüzyılda kuzey yönü bir platform genişliğinde bir çevre duvarıyla korunmaya alınmış ve böylece Kutsal Taş, üzeri açık bir odanın merkezinde izole edilmiştir. Artık bir Abaton’ dur O. Piramidal formlu bu “Kutsal Taş”/Baitylos, Kaunosluların inanç dünyasında öylesine önemli olmuştur ki, temenos üzerindeki Yuvarlak Yapı’nın da, in antis tapınağın da ve hatta ‘tek tanrılı’ bir dinin alandaki temsilcisi olan Kilise’nin de kronolojik bir sıra içinde burada inşa edilmiş olmalarının nedeni olmuştur. Stel formlu bu anakaya kütlesi, Baitylos, artık biliyoruz ki, Kaunos tanrılarının en başında gelenine, İÖ 5. yüzyılın sonundan Xanthos dikmesinin yazıtında geçtiği ismiyle Khntawata Kbidenni = Kaunos’un Kral Tanrısı’ na aittir: Ve tanrı bu anıtsal taşla metaforlaştırılmıştır. Bu keşifle Kaunos, daha ele geçtiği 1940’lı yıllarda tüm dünya müzelerine dağılmış İÖ 490-390 yılları arasında darp edilmiş bir grup gümüş sikkenin gizemine de ışık tutmuştur. Bossert’ in “Hitit Dağ Tanrısı” olarak yorumladığı, zaman içinde piramidal bir forma gelen arka yüz ikonu, kuşkusuz Kaunos Baitylosu’nun kendisidir. Hele de bazı sikkeler üzerindeki piramidin tepe noktasının sağında ve solunda yer alan iki Karca harf dikkate alındığında... Bunlar Karca Δ ve Γ harfleridir. Yani, Kaunos’un eski yerel ismi Kbid’ in ilk iki harfi: ‘k’ ve ‘b’. Bu bağlamda artık diyebiliyoruz ki, bu sikkeler Kaunos kentinde darp edilmiş kent sikkeleridir. Ve Baitylos, Hekatomnidler Dönemi öncesi kent sikkeleri üzerinde, kentin inanç geleneğinin önemli bir temsilcisi olarak durmaktadır. Anadolu’nun bu en eski kült objesi kaya, insanoğlunun tanrı gücünü algılamasında Kaunos’ta da öylesine etken ve önemli olmuştur ki, yaşamını semavi dinlerin inanç dünyası içine ve hatta günümüze kadar da sürdürmüş ve sürdürecektir de...

 

Apollon Kutsal Alanı

 

Batı teras duvarının üzerinde durup da, yaklaşık 6 m alt koddaki kalıntılara bakıldığında, yaşamın donduğu bu son aşamada sanki Baitylos kült alanından bağımsızmış gibi görünüyor her şey. Oysa daha 1966 yılından itibaren yapılan çalışmalar sonrasında belirlenmiştir ki, agora alanına bir dil gibi uzanan bu kayalık alan da, Kaunosluların inanç dünyasının kendi yerel tanrısı Basileus Kaunios kült aktivitelerinin kendi süreci içinde arka bahçesi olmuştur, her türden kutsal mimari doku ve adakların bırakıldığı... Yaklaşık 6 metre alt kottaki bu düzleştirilmiş anakaya düzleminde gerçekleştirilen kazılarımız hem tekil mimari dokusu ve hem de adak eşyaları bağlamında bizleri öylesine özel sonuçlara götürmüştür ki... Hemen belirteyim; alanda ele geçen büyük bir monolit stel üzerindeki metin anlatmaktadır ki, bu kült alanının sahibi olarak Apollon tanrısı da girmiştir işin içine. Ancak yalnızca Hellenistik dönem içinde... sonrasında yine Basileus Kaunios için...

 

Protogenes Exedrası

 

Alanın ilk sürprizi, hani Baki hocanın kenti ilk ziyaretinde üzerinde koyunların otladığı cangıl doku var ya, işte ilk kazma orada vurulmuş ve çoğu ikinci kullanımda bloklardan örülmüş duvarların dokusu içinden gelmiş, ancak, 1990’lı yılların başlarına, alandaki araştırmalara yeniden dönüldüğü zamana kadar kendi halinde bırakılmıştır. Dönüldüğünde ilk işimiz de, daha duvar içindeyken iki blok üzerindeki epigramda yer alan isimle, Protogenes ismiyle heyecanlandığımız blokları değerlendirmek olmuştur.

 

Bu isim, antik yazarlardan yabancı değildir bize. Büyük İskender ve Erken Diadochlar döneminin ünlü sanatçılarındandır. Rodos’un kurucu kahramanı Ialysos için yaptığı duvar resmiyle ulaşmıştır ününe. Ama murç ve keskiyi mermer bloklar üzerinde en az fırçaları kadar yumuşak kullanabilme yeteneğine de sahiptir, tıpkı döküm sanatında da sergilediği becerisi gibi. Fakat ne yazıktır ki, eserlerinden ne bir orijinali ve ne de bir kopyası günümüze ulaşmıştır. Bilgilerimize göre, Demetrios Poliorketes’in Rodos’u kuşattığı İÖ 306 yılında Protogenes, bu adada oturmaktadır ve atölyesi de buradadır. Ancak bugün artık eminiz ki, kendisi bir Kaunosludur. Dostu olan bir diğer sanatçı Apelles’e göre; O’nun hem sanatçılığı ve hem de performansı mükemmeldir; eksik olan tek şey eserlerindeki zarafettir ki, bunu da yakaladığında sanatı doruğa ulaşacaktır.

 

İşte bu Protogenes; ressam Melanthos’ un torunu, kendisi, annesi (Melanthos kızı Euanthis) ve babası (Oulias) ile sevdiği iki arkadaşı (Lysias oğlu ...dias ve Artemes oğlu Lysias) için doğduğu kente bir exedra tasarlamış ve bu exedrayı tüm tanrılar adına Apollon Kutsal Alanı’na adamıştır. Exedranın postamentleri üzerinde duran bronzdan heykelleri de ihtimaldir ki, kendisi dökmüştür. Heyecanımızın kaynağı da buradaydı: Sanatçıya ait eserlerden ilk kez biriyle karşıya olmamız.

 

Exedranın, toplam 16 bloğundan çoğu parçalar halinde de olsa 14’ü elimize geçmiştir: 5 postament altlığı, 5 postament ve 4 koltuk.

 

Bu bloklar arkeolojik gözlemlerle bir araya getirildiğinde çok farklı bir tasarım ortaya çıkmıştır: önde dairesel ve arkada “diş” formlu bir tasarım ki, örnekleri içinde bugüne kadar tektir. Çıkan tablo, anıta bakanlar için anlamlı bir sıralanış da sergiler: Anıt sahibi Protogenes tam ortada, merkezdedir. Sağına iki dostunu, almış ve soluna ise, önce annesi Euanthis, sonra da babası Oulias’ı yerleştirmiştir.

 

Merkezde Protogenes. Epigram der ki:

 

Protogenes, bu anıtı kendisi, ebeveyni ve sevdiği dostları için tüm tanrılara adadı.”

 

Eserini, doğduğu kentin tüm tanrılarına adak olarak sunduğu Protogenes’in ayak yuvalarından bellidir ki, figürün duruş pozu, kendi döneminin şair, filozof ve politikacı heykelleri ile örtüşmektedir.

 

Solunda anne Euanthis. Epigramında şöyle seslenir Protogenes seyredenlere:

 

Bir kadın bu heykele baktığında, çocuklarını tıpkı burada olduğu gibi dizi üzerine oturtsun ve ağzına sevgi dolu göğsünü sunsun. Çünkü oğlu Protogenes, annesi Melanthos kızı Euanthis’in bu heykelini armağan olarak dikti; ve bu taşla annesini şereflendirdi.”

 

Her ne kadar büyük plastik sanatta pek yaygın değilse de, epigram dikkate alındığında düşünülebilir ki, ayaklarının ucuyla yere basan anne Euanthis, burada muhtemelen bir taşın üzerine oturmuştur ve uygunca dizi üzerine yerleştirdiği çocuğunu emzirmektedir. Protogenes bir taraftan annesi ile adeta bir sevgi yumağı oluşturmuş ve onu ölümsüz kılmışken, diğer taraftan da genç kızlara insani bir mesaj vermektedir: “Geleceğimiz olan çocuklarınızı ihmal etmeyiniz.”

 

Oulias’ın bu heykeli gök tanrılarına bir armağan olarak durmaktadır.

Yabancı! bil ki, O ve de oğlu, bahtiyar kişilerdir.”

 

der baba Oulias’ın epigramı. Ayak izlerine göre koltuk altındaki değneğine dayanarak duran yaşlı baba ile, tıpkı anneyle olduğu gibi sıcak bir duygu bağı kurmuştur sanatçı. Tavsiyem; Kaunos’a gittiğinizde anıtı ziyaret etmeniz ve özellikle de anıtın bu sol yarısının kişileri arasında durmanız. Hissedeceksiniz ki, oğul, anne ve baba arasında karşılıklı gidip gelen yoğun sevgi bağı hala sıcaktır.

 

Ziyafet Binası - Hestiatorion

 

Bizler Protogenes anıtının bilimsel detaylarıyla uğraşırken, aynı zamanda anıtın toichobat döşeminin arkasında stylobat karakterli bir dizi mimari doku dikkatimizi çekmişti. Bilemezdik ki arkasındaki cangıl doku, alanı kuzey yönden çeviren büyük bir yapıyı gizliyordu: Ortada aynı ölçüde ve plan yapısında üç; yanlarda ise iki küçük mekandan oluşan ana bina önündeki kutsal alana cephelidir ve önde, sütunlu galeri. Özellikle ortadaki üç odanın tasarımı, bir kutsal alan içinde hizmet veren “Ziyafet Binalarını” Hestiatorion’u hatırlatmaktadır. Merkezi odaların girişleri oda orta aksı üzerinde değil, oda içine tek sayıda divanların (kline) yerleştirilmesine olanak sağlamak için hafif yana kaydırılmıştır. Bu durumda Kaunos Hestiatorionu’nun her bir merkezi odasına 11 kline sığdırılmaktadır. Amaç, kült aktiviteleri içinde yatarak yiyip-içmeye imkan sağlamaktadır. Binayı bizim için özgün kılan, yapının kutsal alana bakan cephe yüzün alt blok sırası üzerinde, aralıklarında simge harflerin yer aldığı dübel yuvalarıdır. Döneceğiz!..

 

Bilingue

 

Sufli Kaunoslular tarafından adeta taşlı tarlaya döndürülmüş bu alanda, alandaki mimari doku, epigrafik ve arkeolojik malzeme gün ışığına çıkartılırken, hepimizi heyecanlandıran ve hocamı burayı bir kazı yeri olarak seçmesindeki düşüncesini de haklı kılan bir sürprizle ödüllendirildik: Blingue Stel; üstte 18 satırlık Karca; altta 8 satırı korunan Grekçe. Bu olumsuzluğa rağmen mevcut Yunanca dizeler Karca alfabesinin ses değerlerinin anlaşılmasına yetmiştir. İkinci bir kopyası Atina Agorası’na dikilmiş olan Kaunos Bilingue steli yardımıyla 48 harften oluşan Karca alfabesindeki, -ki bunlardan 5’i yalnızca Kaunosca alfabesine özeldir- çoğu harflerinin ses değerleri kesin olarak anlaşılmıştır. Çünkü keşfimize kadar Karca harflerin hangi ses değerlerine sahip oldukları konusunda dil bilimcileri arasında iki ayrı görüş hakimdi ki, buna artık nokta konulmuştur.

Kuşku yoktur ki, böylesine özel bir belge, eski bir Anadolu dili olan Karca’nın dil yapısının çözümünde yararlanılan çok önemli bir ön şart konumundadır.

 

Satrap Anıtı

 

Alandaki bir diğer sürpriz, hocamın ziyareti sırasında yürüme zemini üzerinde parçalanmak üzereyken vazgeçilmiş iki kaidedir. Malzeme, tasarım, alnacındaki yazıtın harf karakteri ve buluntu durumu bu her iki kaidenin zamanında yan yana duruyor olduklarının belgesidir. Yazıtlarına göre biri Hekatomnos’un oğlu Maussollos’a; diğeri Hissaldomos oğlu Hekatomnos’a ait, onların bronz heykellerini taşıyan adak heykel kaideleridir. Yazıtlı cephe yüzü çok parçalanmış da olsa kazılarımızla açığa çıkartılan bir başka kaide, farklı formda olsa da malzeme ve yazı karakteri ile aynı dönemde bu alana dikilmişti. Bu 3. bloğu farklılaştıran, mermer bir heykele kaidelik ediyor olmasıdır ki, bu bir ölümsüzdür.. Yazıtına göre Basileus Kaunios. Bu üç bloğun birbirleriyle olan yakın benzerliğinden hareketle diyebiliyoruz ki; bu heykeller bulundukları kutsal alan içinde, ihtimaldir, Artemis kayalığını çevreleyen temenos duvarının önünde yan yana bir duruyor olmalıydılar: Yaklaşımımız doğrulanırsa eğer, arkeolojide bir başka ilkle karşı karşıyayız: Ölümsüz bir kimlik, her bir yandan birer ölümlüyle çerçevelenmiştir.

 

Artemis Eleuthera Kutsal Alanı

 

Hazır alanın bu batı ucunda iken, kutsal alanı bu yönde sonlandıran bir tanrıçanın kutsal mekanına merhaba diyelim. Öncesinde dikkatimizi çeken, bu alandaki anakayanın kendi topografyasıyla olduğu gibi bırakılmış olduğudur. Ve hatta bu kayalık yükselti, kalıntılarından belli ki, bir duvarla çevrelenmiştir. Ve doğallıkla da ilk akla gelen ana kaya ile bağlantılı Anadolu Tanrıçası Artemis... hem de kardeşi Apollon adına tasarlanmış kutsal mekana komşu.. Dikkatimizi çeken ise, sonraki bir zaman diliminde, bu kayalık yükseltinin, temenosun tam da merkezinde, yaklaşık 2 metre derinliğinde ve 3.17 x 2.83 metre ölçülerinde bir kaya odasının yaratılmış olmasıdır... batı yönde bir kör pencereye sahip... Hemen önünde ve tabanda ele geçen stel formlu 55 cm yüksekliğinde bir heykelcik artık düşüncemizi doğrulamıştır. Her ne kadar ilk bakışta Efes Artemisi ya da Aphrodisias Aphroditesi ile özdeşleşirse de, kollarının olmayışıyla daha çok Gordianus sikkeleri üzerinden ve de Myra Steli üzerinde tanıdığımız Likya Tanrıçası Artemis Eleuthera tiplemesine yakınlaşır. Ve dahası, bugüne kadar bilinen örneklerin gövdeleri üzerindeki sembol ve figürlerin yorumundaki belirsizliğe açıklık kazandırmıştır. Tanımlananlar: Helios ve Nike, kurbağa, dişi geyik, akrep, kalkan ve palamut meyvesi kolyesidir. Kurbağa ve akrep figürleriyle tanrıçanın faunadaki bereketi vurgulanmak istenmiş; sur formundaki tacı ve kalkan motifleriyle bu kez kent koruyuculuğu karakterize edilmiştir; merkezdeki tanrıça Nike figürü ile de zaferin banisi hüviyeti. Stil olarak İ.S. 2. yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl ortalarına tarihlendirilen bir başka bölgenin tanrıçası olan Artemis Eleuthera’nın Kaunos’a gelişi muhtemelen Kaunos’un siyasi olarak Likya Birliğine dahil olduğu bu yüz yılla bağlantılı olmalıydı. Artemis Eleuthera Kaunoslular tarafından saygın olmaya başladığında zaten Artemis tanrıçasına ait bu kayalık alanın derinliğine bir oda açılarak, kutsal odanın nişi içine tanrıçanın heykelciği yerleştirilmiş ve böylece alana yeni bir inanç yüklenmiştir.

 

 

Stephanophoros =Kaunos Apollon Rahipliği” Binası

 

Bu kutsal alanın bi de doğusuna bakalım şimdi... Son yıllardaki kazılarımızla gün ışığına çıkardığımız görkemli bir yapıya... önündeki stoası ile 31.40x6.70 m boyutunda, cephesi polygonal bloklarla son derece özenle örülmüş altı girişli ve ancak iç bölmeleri olmayan binaya... merdivenli anıtsal bir portiko ile agora düzlüğüne ve kolosal bir kapı ile de doğu-batı arterine bağlanan geniş mekana.. Bu özellikleriyle belli ki, kentin önemli kamusal binalarından biridir. Ancak hangar algısı yaratan binanın fonksiyonun ne olabileceği konusun çözümünde biraz zorlandık doğrusu. Tek hareket noktamız, kentin ticari yükünü taşıyan liman agorasının insan trafiğine açık ve hemen yanı başında, yanında getirilen mallarıyla ona rahatlıkla ulaşılabilir bir noktada olmasıydı. Ki bu noktada, Çeşme Binası batı duvarı üzerindeki yeni gümrük nizamnamesinin satır araları yine aydınlatıcı olmuştur: “...Kaunos’a gelen yabancı tüccarlar da satamadıkları mallarını Kaunos’tan tekrar çıkarırken hiç bir ihraç gümrük vergisine tabi tutulmazlar [---] [---]Bu tüccarlar ayrıca üç gün içerisinde resmi makamlara malın giriş tarihi ve yerini Apollon Başrahibi makamında, Stephanophoros’da deklare etmek zorundadırlar..”

Bu metne göre; eğer herhangi bir tüccar, satılmak üzere mallarını Kaunos’a getirmiş ise, ihraç vergisi muafiyetinden yararlanmak için yine de üç gün içerisinde Başrahip Stephanophoros makamına gidip mallarını kayıt ettirmesi gerekiyordu.

Bu bağlamda düşünülebilir ki, ihraç ve ithal işlemlerinin en büyük iş yoğunluğu mal kaydının yapıldığı bu Başrahiplik makamındaydı. Malların kayıt altına alındığı, vergi kanununa göre kaydedilmemiş mallara el konulduğu ve aynı zamanda Kaunos’un baş tanrısının rahibinin de oturduğu böylesine kamusal bina, Apollon Kutsal Alanı içindeki hangar algısı yaratan işte bu bina olmalıydı. Kendi terminolojisi ile: Stephanophoros, Kaunos Apollon Rahipliği Binası. Bu bağlamda Ziyafet Binası duvarı üzerinde, kenetlerle sınırlandırılmış simgeler anlam kazanmaktadır: Ölçü Birimleri. Tıpkı, zamanında yer aldığı bu alanın hemen arkasında ikinci kullanımda ele geçen “Ölçek Taşı” gibi... Belli ki, Stephanophoros binasındaki farklı gümrük malzemenin doğru uzunluk ölçümleri ya da ağırlıkları, bu iki doku üzerinden gerçekleştirilmiş olmalıdır. Apollon Kutsal Alanını Dr. tezi olarak Almanya Marburg Üniversitesi’nde tamamlayarak tez savunması aşamasındaki Erkan Kart oğlumu, özellikle simgeler arasındaki mesafeyi uzunluk ölçüsü olarak yorumundan dolayı kutluyorum!!

Merdivenli Anıtsal Giriş

Stephanophoros“, Apollon Kutsal Alanı ile birlikte güneyindeki Liman Agorası düzlüğüne merdivenli anıtsal bir Propylon ile bağlanmaktadır. Her ne kadar Geç Dönem yapılar tarafından özellikle üst basamaklar tahrip edilmiş ya da kaldırılmış ise de, alttan altı basamakla ulaşılan platform üzerindeki yapısal izler, kenet ve dübel yuvalarından hareketle burada in antis tarzında anıtsal bir Propylon monte edilmiş olduğu tespit edilmektedir. Bizler kazılarımızla kapının yalnızca çift yönlü işlenmiş üst yapı malzemesinden çok azına sahip isek de, istedik ki, kendi dönemindeki konumuyla Kaunos kentinin ziyaretçileri için Agora’dan Kutsal Alana doğru görsel bir algı yaratsın.

Altar

Hangi türden olursa olsun olmazsa olmazımız bir altar eksiğimiz vardı alanda. Cevabını, agora yönünden gelip de merdivenli anıtsal girişten alana ayak bastığınız noktada, hemen sağda gün ışığına çıkartılmış kalıntılarda bulmuştur cevabını. Dikdörtgen bir yapının kalıntılarıdır bu. Doğu yönde sadece tek basamağı korunmuş bir mimari doku... Yapının hemen yakınında bir Geç Dönem duvarı içinde devşirme olarak ele geçen bir ‘Altar Yanağı’ bloğu ile yapının hemen yanında bulunan perirrhanterion, bir ayaklı lavabo parçası, yapının işlevi hakkında bizleri aydınlatmıştır: Altar. Diğer taraftan önceki yıllarda yapıdan uzakta olmayan bir noktada bulunmuş “Köşe Akroteri”, bir taraftan bu düşüncemizi desteklerken, diğer taraftan da altar yanağı parçası ile birlikte restitüsyonunun yapılabilmesine olanak vermiştir.

Agora

Alanda bu kadar dolaştıktan sonra zannederim yeterince sevap yüklenmişizdir. Şimdi anıtsal merdivenli yolu kullanarak, kentin siyasi ve sosyal yaşamından bize bilgiler aktaran çok sayıda farklı türden anıt ve oturma gruplarının kalıntılarıyla bizi karşılayacak agora alanına geçip biraz soluklanalım. Söyleyebilirim ki, daha çok kalıntılarıyla gün ışığına çıkartılmış anıtların zamanında taşıdıkları heykellerin hepsi bronzdan dökülmüştür. Kahredici olanı, kentin zenginliğinin işareti olan bütün bu heykeller artık semavi dinin gerekliliğini yerine getiren süfli Kaunos halkı tarafından eritilmişlerdir. Ona karşın bu anıtların olabildiğince bir kısmında malzemesinin yettiğince anastylosis uygulaması yapılmıştır.

Kumbara

Licinius Murena anıtının hemen önünde yine anastylosis uygulamasıyla ayağa kaldırılmış küçük bir anıt vardır ki, toprağın ve yerin simgesel sahibi Toprak Ana GE’ye adanmış bir Thesauros, bir bağış kumbarası... türünün bugünkü bilgilerimize göre tek örneği.. Yer seçimi olarak da özeldir: Apollon Kutsal Alanına giriş veren merdivenli anıtsal yolun hemen başlangıcında...

Stoa

Bildiğimiz gibi Kaunos’un bu liman agorası kuzeyden, tam da limanın karşısında bildik bir mimari dokuyla sınırlandırılmıştır. 96.82 metre uzunluk ve 8.20 metre genişliğinde; çatısı, önde dor başlıklı 44 sütunla taşınan tek katlı bir bina.. Bir Stoa.. Kum taşından kesilmiş malzemeden ancak bölük-pörçük kalıntılar günümüze ulaşmıştır.

Aphrodite Euploia

Stoa yapısını özgünleştiren; merkezden biraz batıya doğru, arka duvar içine inşa edilmiş bir oda ve bu oda içinde, arka duvarın kuzeybatı köşesinde yığılmış olarak gün ışığına çıkartılan parçalardır. Parçaların bütünü ise, üzerindeki betimlerle Kaunos’un bir başka ilkini sunan 98 cm yüksekliğinde bir sunaktır... yuvarlak gövdesinde tanrı ve tanrıçaların ardı ardına yürüdüğü... Gövde üzerindeki kabartmalı tanrılar alayı içinde iki figür ön plana çıkmaktadır: Elindeki uzun asası ile Poseidon ve kucağında bir bebek taşıyan Aphrodite. Poseidon ve Aphrodite tanrılarının Kaunos gibi önemli bir liman kentinde tapınılıyor olması şaşırtıcı değildir. Daha da önemlisi özellikle denizcilerin ve tüccarların vazgeçilmezi olan Aphrodite figürünün bu bağlamdaki ikonografi içindeki tipolojidir: Vücudunu kapatarak topuklarına kadar inen zengin kıvrımlı elbisesine sarılmıştır; onun da üzerine, saçının ön kısmını ve diadem tarzı tacını açıkta bırakarak başından kalçasına kadar uzanan bir çarşaf geçirmiştir tanrıça; kucağında ise elinde güvercin tutan kanatlı küçük bir bebek taşımaktadır: Eros. Bu tipolojisi ile O, ilahe Aphrodite Euploia’dır. Çeşme batı duvar üzerindeki gümrük nizamnamesi metninde, Kaunos’a mal getiren ve mal çıkartan tüccarlardan kendisi için bağış toplanılan Aphrodite... Aslında “aşkın” ve “güzelliğin” tanrıçası olarak bilinen Aphrodite, doğum efsanesiyle bağlantılı olarak aynı zamanda denizin de tanrıçasıdır. Efsane anlatımında Aphrodite, deniz köpüğünden doğmuş bir tanrıçadır. Deniz tanrısı Poseidon denizleri kabartıp denizde seyredenler için felaketler yaratırken, Aphrodite, denizleri sakinleştirir ve deniz seyahatini tekrar güvenli duruma getirir. O’nun bu kimliği, kendisini antik çağlarda denizciler ve tüccarlar arasında çok saygın ve önemli kılmıştır. Bu bağlamda düşünebilir ki, Kaunos limanına sağ salim ulaşan ya da limandan hareket etmek üzere olan gemiciler ve de tüccarlar, önce bu tanrıçanın kutsal mekanına uğrayarak duaları ve adaklarıyla güvenli bir yolculuk ve ticaret dilemişlerdir. Bugünkü bilgilerimize göre, tanrıçanın fizyonomisinin tanınması ve kutsal mekanına yönelik bilgiler ilk kez Kaunos’tan gelmiştir.

 

Çeşme Binası-Gümrük Nizamnamesi

 

Yukarı kenti Aşağı kente bağlayan ve rıhtıma kadar uzanan bir başka ana caddenin hemen kenarında, kalıntıları daha Bean tarafından, ama “Gümrük Binası” olarak yorumlanan yapı, liman agorasındaki yoğun insan trafiğine hizmet veren anıtsal bir Çeşme binasıdır... İÖ 4. yüzyıl içinden, kentin son sakinlerine kadar geniş bir zaman dilimi içinde hayat veren... Ancak bizim için önemi, limana bakan batı duvarı üzerine bir daha silinmemek üzere, Hadrian Dönemi’nde yazılmış zamanın yeniden kaleme alınan gümrük kurallarıdır. Antik çağın tam metin olarak ilk gümrük kanunu metnidir bu. Mevcut kuralların yeniden karara bağlanmasının nedeni, Kaunos limanının karalaşmaya başlamış olması ve bunun da ticari gemilerin artık nazlanarak limanı tercih etmeleridir. Önlemin alınmaması, ekonominin artık dibe vuracağı anlamınadır. Alınacak önlemlerle bütçenin vereceği 66 bin dinarlık açık, bir baba-oğul tarafından kurulmuş vakıf tarafından ödenecektir. Antik çağın bütünüyle korunmuş tek gümrük yazıtıdır ve bir taraftan o dünyanın oldukça karmaşık olan ticaret, işletme, finans ve vakıf konularını içerirken, diğer taraftan da zamanın ticari teşvik yöntemleri konusunda detaylı bilgiler vermektedir. Gümrük metni, en üstte İmparator Hadrian olmak üzere hiyerarşik bir sıra içinde Vakfın kuruluş tarihine de ışık tutan uzun bir isim listesiyle başlar. Sonrasında Augustus Başrahibinin isminin yer alması, Likya’nın resmi belgelerindeki bir uygulamadır ki, bu da Kaunos’un Roma İmparatorluk Döneminde Likya’ya bağlı olduğunun bir kanıtıdır.

 

Prof. Dr. Cengiz IŞIK

 

 

 

14 Aralık 2022 Çarşamba günü Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi'nde,

Prof.Dr. Cengiz Işık'ın sunumuyla gerçekleşen konferansın konusu "Bilime Kazandırdığı ilkleriyle Kaunos"

 

TOP